Şuan dünyada yapay zeka, 5 G, endüstri 5.0 konuşuluyor.
Bunların getirileri, artıları, eksileri masaya yatırıyor.
Bunların sonrasında gelecek yeni trendlerin ne olacağı ve nasıl bir hazırlık yapılmalı koruları tartışılıyor.
Okuyunca bile ne kadar güzel ve ilginç geliyor isimler.
Birçoğunun çocukken izlediği filmlerde ve çizgi filmlerde gördüğü şeyler hayata geçmeye başladı.
Pandemi ile birlikte hazırlıksız yakalandığımız ve hatta kendimizi içinde bulduğumuz dijital çağın yeni tanımları bunlar.
Biz iletişim dünyasında daha tam olarak dijital iletişimi çözmeye çalışırken, aşağıda kaleme aldığım konu ile muhatap oluyoruz.
Bunları yazarken gelmek istediğim konu öncesinde bir atasözü geldi aklıma.
Eller gider Mersin’e, biz gideriz tersine.
Şimdi ne alakası var konuyla diyenler olacak mutlaka.
Şöyle ki birkaç zamandır Türkiye’de süregelen yeni bir iletişim dili var.
Ama bu dil öyle yukarıda belirttiğim gibi bizi geleceğe götürecek bir dil değil.
Bizdeki kaba kuvvet ve karşıdakini aşağılama, hor görmeye yönelik, eleştiri gibi görünen ama aslında arkasında küçümseme duygusu yatan bir iletişim.
Televizyonu açıyorsunuz, başta yemekle ilgili programlar olmak üzere, birbirlerinin kıyafetlerinden tutun da makyajına, saçına, yaşına varana kadar bir intikam alırcasına üslupsuzluk.
Sokağa çıkıyorsunuz araç kullanırken de yaya olarak giderken de kimsenin kimseye tahammülü olmayan ve bir şeylerin hıncını hiç tanımadığı insanlardan çıkaranlar.
Sosyal medyaya giriyorsunuz, sizi hiç tanımayan kişiler sizin paylaştıklarınızı yermek, hakaret etmek, aşağılamak için uğraşıyor.
İşyerine gidiyorsunuz aynı sorunlar.
Nezaket mi?
Eğer siz nazik davranıyorsanız zaten sizi ezik gibi görüp daha çok üzerinize gelmeye çalışıyorlar.
Okuyunca belki birileri yok canım bu kadar da değil diyebilir.
Ama maalesef gerçekler.
Bunu yapanlar da aynı şeyi yaşıyor.
Maruz kaldıklarını hiç tanımadığı insanlara uygulamak kolay geliyor.
Bence bunun önemli bir nedeni, iletişim kuramıyor olmak.
Şöyle bir geçmişe gidelim yeni konuşmaya başlayacağımız, ama daha derdimizi anlatacak kadar kelimelerimizin olmadığı zamana.
Derdimizi anlatamıyorken, nasıl gergin ve hırçın oluyoruz ya da olduk.
Çocuğu, yeğeni, kardeşi olanlar daha iyi bilir.
Derdimizi anlatamadığımız için ya kendimize ya da yakınımızdakine zarar verme eğilimine yöneliriz.
Evet şuan yaşadığımıza çok güzel bir örnek.
Çünkü artık, gazete dahil, hiçbir şey okumuyoruz.
Okumak bize bilginin dışında ne öğretir?
Kelime dağarcığımızı genişletir.
Fazla kelime bilen kişiler derdini daha kolay anlatır.
Eğer siz birisi ile bir fikir üzerinde tartışırken tıkanıp kalırsanız, iç güdüsel olarak saldırma eğilimine başvurursunuz.
Bu illa fiziksel bir saldırı değil.
Sözlü saldırı da olabilir.
Zaten onu da beceremeyeceğiniz için en kolay yol bildikleriniz üzerinden aşağılamak ve yermek.
Yani bir şekilde tanıdığımız ya da tanımadığımız kişilere mobbing uygulamak.
Tam da o nokta sizin açığınızı kapatıp, sizi üstün gösterdiğini düşündüğünüz yer.
Aslında hiç de öyle değil.
Kendinizi geliştirmediğiniz, kitap, gazete, dergi okumadığınız, tartışma programları, belgeseller izlemediğiniz yerde tıkanırsınız.
Yine maalesef ki diyorum, o zaman da bugün yaşadığımız bu yeni iletişim dili ile hepimiz yaşamak zorunda kalırız.
Çünkü bu dünyada, bu ülkede, bu mahallede tek başımıza yaşamıyoruz.
Dolayısıyla da genelin yaptığı şeyler hepimizi etkiliyor.
Umarım kısa zamanda bizler de yazıya başladığım konuları konuşur, iletişimimizi nezaket, empati, hoşgörü ve gelecek üzerine kurarız